“Böyle bir Türkiye ile,… (cumhuriyetten sonrasını) kutlayan Türkiye’yi kıyaslamak imkânsızdır. Alınan mesafe muazzamdır, fakat asla yeterli değildir. Bundan dolayı karamsarlığa kapılmak değil, aksine ilerleme azmini ve iradesini kamçılamak gerekir.
“(Şu da unutulmasın ki) Türkiye’de yenilik ve çağdaşlık teşebbüsleri, şüphesiz sadece Atatürk’ün eseri değildir. 17. Yüzyılda  II. Osman’la başlamış, kademe kademe gelişerek III. Selim’le hız kazanmış ve II. Mahmud zamanında kemale varmıştır.
“Bütün 19. Yüzyıl, çağdaş medeniyete ulaşma gayretleriyle geçmiştir. Atatürk, bu zincirin son dönem yüksek rütbeli kurmay subayları; aynı zamanda Cumhuriyet’in ilk dönem yönetici kadrosunu oluşturmuştur. Tarihi bıçakla dilimlemek mümkün değildir, tekâmül ve geçiş çizgileri çok kere birbirine karışmaktadır.” (75 Yılın Fotoğrafı (A.D.) ORKUN, Ekim 1998 s.4)
“(Özetlersek) Kurtuluş Savaşı’nın zaferi (ve Cumhuriyet) üç ayak üzerinde yükselir; Meclis, Hükûmet ve Ordu. Yâni Millet artı Ordu.” (Hasan Yalçın, Aydınlık, 11 Ekim 1998  s.5)
Çünkü bu millet ordulaşmış-millet; çünkü bu ordu milletleşmiş-ordudur. Yâni Türk ordusu milletiyle aynîleşmiştir. Ha ordu-millet, ha millet-ordu farketmez. Bunun içindir ki tarihte Türk ordusu daima başı çeken lider konumunda olmuştur. Binaenaleyh Türk ordusuna rağmen Türkiye’de bir şey yapılamaz, yapılsa da başarılı olamaz. Zira bu millet ordusuz düşünülemez; onsuz yapamaz, onsuz ayakta kalamaz. Öyleyse ordumuz üstüne titremeli, ona toz kondurmamalıyız. 
“Daha büyük zaferden önce İngiltere’nin olağanüstü komiseri Amiral de Robeck Anadolu’daki hareketin ‘Cumhuriyete doğru gelişmekte olduğu’ doğru teşhisini hükûmetine bildirmişti.
“Cumhuriyeti kuran ve yaşatanlara ebedî minnetler, teşekkürler, rahmetler.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998 s.9)
Bütün bunlar işin siyasî tarafı. Sosyal hayata gelince: “Şimdi Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılına dönelim: Ülkemizde okur yazar oranı yüzde 10’u zor bulmaktadır; demokrasinin temeli olan yurttaşlık bilincini oluşturacak eğitim sıfır düzeydedir. Zira bütün yurtta yalnız 23 lise vardı. Bu sadece bir örnek. Ayrıca ülkemizde ne yol vardı, ne hastane. Kent yaşamı hiç gelişmemişti.” (Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Bütün Dünya, Ekim 1998 s.21)
Yüzyıl önce devlet; memurlarına senede ancak 2 ay maaş verebiliyordu. (Financial Times, 29 Eylül 1998’den naklen: Melih Aşık, Milliyet, 2 Ekim 1998 s.13)
İkinci Dünya Savaşı boyunca yokluk ve yoksulluk görülmemiş derecelere vardı. Savaşa girmedik ama, girmiş kadar eziyet çektik. (75 Yılın Fotoğrafı (A.D.), ORKUN, Ekim 1998 s.5)
“Ordusu dünya sıralamasında ilk 3’e giren, millî gelir bölüşümü âdil olmasa da ekonomik gücü kabul edilen Türkiye…teknolojik gelişmesini ve kalkınmasını sürdürüyor. Öylesine ki; 60 yıl önce lise mezunlarının parmakla gösterildiği Türkiye, son 25 yılda dünyaya beyin göçü veren ülke konumuna dönüşüyor.” (Vedat Zeydanlı, Türkiye, 12 Haziran 1998)
Artık dış politikada, söz sahibi olan bir Türkiye var karşımızda. ABD, Irak’a yeniden harekât düzenlemeye kalkıştığında bunu onaylamadık. Kıbrıs’a S-300 füzeleri yerleştirildiği takdirde, asla kabullenemiyeceğimizi ve gerekeni yapacağımızı kesin şekilde dünya-âleme duyurduk. Yunan’ın kara sularını 12 mile çıkarmasını savaş sebebi sayacağımızı ilân ettik. AB’ye şahsiyetli bir şekilde tavır aldık. En son Suriye’ye karşı gösterdiğimiz haklı galeyan ve bu hususta geri adım  atmayacağımızın göstergesi olan kararlı tutumumuz beklenen sonuçları vermeye başlamıştır.
Nitekim, ABD’nin  “Türk Ordusu’na söz geçiremiyoruz!”  gerekçesiyle Pentagon’da  -Basına kapalı olarak-  Türkiye’yi nasıl kaosa sürükleyebilecekleri hakkında yaptıkları toplantılar; Türkiye’nin uzak-yakın çevresinde doğurduğu endişe’nin tezahüründen başka nedir?
“Şimdilerde İran, Suriye, Yunanistan ve Ermenistan arasında şurada burada, yanı başımızda çok karanlık ve kuşkulu toplantılar yapılıyor. Hiçbiri bize dost değil!” (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998  s.9)
“Son zamanlarda hain bir komplo ile karşı karşıya kaldık. ABD ve İngiltere, Mes’ud Barzanî ile Celal Talabani’yi Washington’da kucaklaştırdı. Amerikan ve İngiliz başkentleri, âni bir atakla Türkiye’nin güneydoğu hududunda bir Kürt devleti oluşturma çabasına giriştiler. İtalya, parlamentosunu Kürtlere kiraya verdi. Bazı İtalyan politikacılar, Roma ile Şam arasında mekik dokumaya başladılar.” (Rahim Er, Türkiye, 5 Ekim 1998  s.13)
“(Kısaca demek lâzımsa:) Bir yandan bir Kürdistan hayali kışkırtılırken, bir yandan da Ermeni sorunu ortaya atılıyor. Boğazlar’ın yabancı egemenliğine geçmesi için sinsice kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Yunan, yine saldırganlaşıyor. Pontus Cemiyeti’nin yeniden temelleri atılmaya çalışılıyor.” (“Müdafaa-i Hukuk” Dergisinden naklen: Hasan Pulur, Milliyet, 12 Ekim 1998  s.3)
“ABD Hariciye nazırı Mad. Albright…Kürt liderlerine el sıkıştırıyor, Ermeniler’e göz kırpıyor. Amaç bellidir. Kafkaslarda yeni bir İsrail kurulmak isteniliyor. Hazar petrolleri ve doğalgazının batıya sevki ABD için hayatî önem taşıyor. Rusya bütün dahilî gailelerine rağmen konuya aynı zâviyeden ve daha kuvvetli olarak yaklaşıyor. Hâsılı yanıbaşımızda ve sınırlarımızda bir bakıma yeni yeni Sevr senaryoları oynanmak isteniyor.” (Oğuz Gökmen, Türkiye 27 Eylül 1998  s.9)
“Pek çok devlet gibi Birleşik Amerika’da da; terörün işini bitirmiş, Kafkasya’daki ve Türkistan’daki kardeşleriyle işbirliği yapabilecek, bütün bölgede söz sahibi bir Türkiye istenmediği açıktır.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 14 Ekim 1998)
Maalesef Kuzey Irak  “…’Önce bir Kürt federasyonu, sonra da Kürt devletine varabilecek’ gelişmelere gebe!” (Yalçın Doğan, Milliyet, 2 Ekim 1998  s.13)
“Gerçi bugün yurdumuz eylemli bir işgal altında değil. Ama unutmamak gerekir ki, emperyalizm, bir ülkeyi egemenliğine almak için artık eylemli bir işgale gereksinim duymuyor.” (“Müdafaa-i Hukuk” Dergisinden naklen: Hasan Pulur, Milliyet, 12 Ekim 1998  s.3) Çünkü bir ülkeyi ele geçirmenin en kolay yolunun; o ülke aydınlarının kafalarını işgalden geçtiğini anlamışlar. Yani kendi emellerine dolaylı bir şekilde bilmeden hizmet edecek tarzda eğitilecek insanların bunu kendilerine rahatça sağlayabileceklerini keşfetmişlerdir.
“(Nitekim) silâhlı terör neredeyse susturuldu. Ama bu defa silâhsız terör çıkageldi. ‘Kültürel haklar’ bağırışlı yıkım ekibi, ortağı ve can yoldaşı  ‘Demokratikleşme’cilerle, gâyet masumca gözüken raporlar, beyanlar, hedefler arkasına sığınıp belirli aralıklarla ortaya çıkmaktadır.
“Neymiş? Devlet dilinin, eğitim dilinin Türkçe olmasında ısrar gereksizmiş. Yanlış. Dahası; kasıtlı, hesaplı, plânlı bir oyun bu. Bozulmalıdır. Bu devirde kabilecilik, bölgecilik yapılmaz. Bir kısım aydın ve bir takım işadamı Türkiye yıkımcılarına arka çıkamaz. Böyle hareketlerin bir adım ötesi  ‘Sevr’  denilen parçalayıcı haritaya dört elle sarılmak olur. Demek, ihanet önlerindeyiz. Silâhlı terör bitiyor derken Büyük Türkiye şimdi de silâhsız terörle burun buruna.
“Şükür ki, bu vatanın sahipleri var…’Türkiye açık artırmaya çıkarılamaz’ dediler. ‘İnsanları mahallîlik çemberine hapsedemezsiniz’ diye diklendiler. Aynen katılıyoruz. Silahsız terörün de ne pahasına olursa olsun karşısındayız…Türkiye sahipsiz değildir. Cumhuriyetimiz sokakta da bulunmuş  değildir.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 30 Temmuz 1998  s.2)
Her bakımdan perişan bir Türkiye’den herşeye rağmen, nasıl mamur bir Türkiye çıkardığımız ortada. Koca bir imparatorluğumuzu dağıttıkları yetmiyormuş gibi bir avuç öz vatanımızda bile bizi rahat bırakmıyorlar. Kendi yağımızla kavrulmak isteyişimize bile tahammülleri yok. Mütemadiyen Sevr’i hortlatmak istediklerini her vesile ile ihsas ediyorlar.
“Yıldırımlar nedense hep büyük dağlara düşüyor. Ama dağlar, güzelim dağlar, devler gibi yerinde duruyor. Çareye gelirsek: Türkiye, önündeki on yılı, canlar dişte, var gücüyle çalışarak aşmalı, zenginleşmelidir.
“Güç artık zenginliktedir. Keyfi yerinde, kuvvetli bir Türkiye önünde inanın hepsi el bağlayacaktır. Bunun için siyasî ve ekonomik istikrar ilk hedef olmalı.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 6 Temmuz 1998  s. 2)
“(Artık Türkiye) dünya siyasetinde, Birleşmiş Milletler’de, Ortadoğu’da başa güreşmeye hazırlanmalıdır.
“(Artık Türkiye’nin) 70 civarında (şimdi daha fazla) üniversitesi vardır.
“(Artık Türkiye) milyonlarca yüksek tahsilliye sahiptir.
“(Artık Türkiye) kendi denizaltısını ve silâhını kendisi yapabilmektedir.
“(Artık Türkiye) ihracat tecrübesini ve rekabet kurallarını öğrenmiştir.
“(Artık Türkiye’nin) gereğinden fazla hür basın-yayın organları  vardır.
“(Artık Türkiye) turizmin önemini anlamış, inanılmaz yatırımlar yapmıştır.
“(Artık Türkiye) nükleer enerji peşindedir.
“(Artık türkiye) Türk dünyası ile gönül birliği içindedir.
“(Çünkü Türkiye) muhteşem bir coğrafya üzerinde oturmaktadır.
“Bunca bâdireyi alteden Türkiye artık engelsizdir. Ve böyle bir millet, büyüklüğünün farkında olmalı, hedef çoğaltmalı, cesaret ile heybetini kuşanıp dünyaya karşı  ‘Ben de varım.’  diyebilmelidir. (Çünkü) yakışan o…” (Gürbüz Azak, Türkiye, 8 Ekim 1998)
Büyük tarihçimiz (merhum) Yılmaz Öztuna’nın İstanbul için kaleme sarıldığı ve muhteşem, haklı öfkesini haykırarak söylediği ateşîn hitabete nazîre olarak ben de derim ki:
“Dünyayı yakar, Türkiye’yi yaktırmayız. Türkiye’yi yakmaya boşveren medeniyetin yüz karalarının yüzlerine tükürürüz…” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 14 Ekim 1998)