Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ve müttefiklerinin safında hasbelkader yer aldık. Her cephede şerefle çarpıştık. Fakat müttefiklerin yenilgisi neticesinde biz de hükmen mağlup sayıldık.
“Galip devletler sonucundan emin göründükleri bu gâlibiyet için tarihte iz bırakacak şatafatlı bir senaryo hazırlamışlardı.” (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998, s.9)
Büyük kalem üstadımızın dediği gibi:
“Gene iyi dayandık. Bu yüzyılda başımıza gelmeyen kalmadı…
“1909…Otuzbir Mart olayı ile allak bullak oluşumuz.
“1910…Artık her dağ bir eşkıya yatağıdır.
“1913…Balkan savaşları, fecî mağlûbiyetler.
“1914…Birinci Dünya Savaşı, büyük sarsılış, imparatorluğun çöküşü.
“1915…Ermenilerin Doğu’da yüzbinlerce yurttaşımızı katledişi, gölge veren ağaçların bile sökülüşü, hunharca yok edilişi.
“1919…Ülkenin istilâya uğrayışı.
“1920…karnı tok, sırtı pek, en modern silâhlarla çıkagelen saldırganlara karşı verilen kurtuluş mücadelesi.
“1922…Vebanın, koleranın, veremin, sıtmanın 30 yıl boyunca Türkiye’nin baş belâsı olmaya başlaması.
“1925…İngiliz güdümlü Doğu ayaklanmaları.
“1930…verimsizlik, kıtlık, açlık yıllarının çıkagelişi.
“1939…Erzincan depremi…40 bin ölü. Harap bir şehir.
“1940’lar…İkinci büyük savaş. Gene yokluk, muhtaçlık, eşkiyalığın geri dönüşü.
“1945…Rus baskısı, Boğazların ve Doğu vilâyetlerimizin istenişi.
“1950…Kore savaşına katılışımız.
(Bundan sonrası hepimizin bizzat yaşadığı olaylar.)
“Gene iyi dayandık. Bu saydıklarım yığınla bâdirenin onda biridir. Bıktıran, iğrendiren, candan bezdiren sürüyle çullanışın ardı arkası hiç kesilmemiştir.
“Gerçekten iyi dayandık. Bizden başka hiçbir millet bunca merhametsizliğe, cinnete, cehalete rağmen ayakta duramazdı.
“Çok çektik. Ama hâlâ diriyiz, ümitlerimiz, sevdâlarımız bizi terketmedi.
“Fert fert zenginleşiyor, yatırımlara devam  ediyoruz. Dünyanın en kudretli askerine sahibiz. 100 üniversitenin önü açıldı. İhracat, döviz rezervleri yüz güldüren seviyelerde…
“Türkiye, yarınların apaydınlık kapıları önündedir.
“Her şeye rağmen mi, evet her şeye rağmen.
“(Velhasıl) Türkiye, düşe kalka, ihanetler içinde kavrulmuş ve nihayet var olmayı öğrenmiştir.” (Gürbüz Azak, Türkiye, 29 Haziran 1998  s.2)
“(Daha) 1910 yılında…Mustafa Kemal…hergün biraz daha çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde Türk varlığının hâkim kudretinin yepyeni bir hayat kaynağı olabileceğine inanır…(ve)…genç silâh arkadaşlarına…’Bugün yeryüzünde refah ve saadet içinde yaşayan medenî devlet ve milletlerin benimsedikleri idare usûlünü kabul etmeliyiz. Milletleri mesut ve memnun eden yegâne idare tarzı ancak ve ancak cumhuriyettir.’ Dediği unutulmamıştır.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998  s.9)
Sevr anlaşması, daha başından Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattıkları Türk’ün millî vicdan ve mukavemet duvarına çarptı…(Her) sene…yıl dönümünü kutladığımız Lozan Anlaşması, tam üç ay sonra resmen ilan edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukî zeminini oluşturdu. (Oğuz Gökmen, Türkiye, 27 Eylül 1998  s. 9)
“(Her yıl) Cumhuriyetimizin… yıldönümünü kutluyoruz. Gâzi Mustafa Kemal, görünen ve görünmeyen pek çok düşmana karşı, akıllara sığmayacak zorlukları o kadar kıt vasıtalarla bir avuç inançlı fikir ve silâh arkadaşı ile yenerek milletinin kazandığı büyük ve eşsiz zaferlerini Türkiye Cumhuriyeti’ne temel yaptı.
“Tarih en âdil şâhittir…Mustafa Kemal yenilmiş, yıkılmış, parçalanmış, ölüme mahkûm bir devleti bağımsızlığa ve birliğe kavuşturmuş, mahvolmuş dağılmış bir orduyu yoksulluklar içinde yeniden kurarak kesin zafere ulaştırmıştır.” (Yılmaz Altuğ, Türkiye, 17 Ekim 1998  s. 9)
“Mondros Ateşkesi’nden hemen sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu 1920 yılının ortalarına kadar Anadolu ve Rumeli’de 28 kongre toplanmıştır.
“Atatürk’ün bu gelişmeyi görerek kurtuluş mücadelesinin başına geçmesi ve düşmanı durdurma olanağı bulunmayan bu halk iktidarlarını birleştirip  ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’ çatısı altında toplaması büyük bir devrimdi.
“Artık Türk Ulusu egemenliğine sahipti. Kurtuluş Savaşı’nı işte bu Halk Meclisi kazanmıştır. Ardından Cumhuriyeti de bu Meclis kurdu. O meclisi yönlendiren, onu ulusal amaçlara doğru yürüten ise hiç kuşkusuz Atatürk’tür.
“Böylece bir liderlik ışığı altında Türkiye’de gerçek ulus egemenliği doğdu. Zaferden sonra cumhuriyetin kurulmasıyla atılan adımlar bu şeklin içine demokrasi özünü yerleştirmeyi amaçlayan atılımlardır.
“(Her yıl )…yıldönümünü kutladığımız cumhuriyetimiz; Amerikan ve İsviçre cumhuriyetlerinden sonra dünyada, kesintisiz olarak yaşamını sürdüren üçüncü devlettir.” (Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Bütün Dünya, Ekim 1998  s. 19)
Fakat Cumhuriyet’in…(yıldönümlerini) bir muhasebe yapma fırsatı olarak da kullanmalıyız. (Orhan Silier’den naklen: Aziz Çağlar, Hürriyet Gösteri Eylül-Ekim 1998  s. 22) Çünkü bir yere gelmek önemli değildir. Önemli olan orada durabilmektir. Bunun için karar sahibi, muvazene ve strateji sahibi olmak gerekir. (Taner Ünal, Ortadoğu, 1 Ekim 1998  s. 9)
“(Evet her yıl)…nereden nereye geldiğimizin idraki içindeyiz. Bunu bilhassa genç nesillere iyice anlatmalıyız.
“Ama yapılmayan ve yapılamayanları da şiddetle vurgulamazsak, yerimizde saymamız, yeni yüzyıla yetişemememiz tehlikesi büyük olur.
“Niçin yapılamadı? Sorusuna çok gerçekçi cevaplar bulmak durumundayız. Devletlerin hayale kapılacak bir anları bile olamaz.
“(Cumhuriyeti her yıl))…elbette şevkle, iftihar ederek kutlayacağız. (Çünkü) Türk milletinin büyük eseridir. Karmaşık, başı tam anlamıyla belâda bir imparatorluktan ulus-devlete, cumhuriyet ve demokrasiye geçişimizin millî hikâyesidir. Milletimizin öz geçmişidir. Bizim hesabımıza sonsuz özverileri göze alan dedelerimizin, babalarımızın eseridir.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye, 13 Ekim 1998)
“Cumhuriyet…, yurttaşların faziletine dayanır. Fazilet ise, umumî menfaati kendi menfaatinin üstünde tutmaktır. Bu his kuvvetli oldukça, cumhuriyet de kuvvetli olur.” (Montesquieu’dan naklen: Mehmet Dikmen, Zaman 2, 11 Ağustos 1998  s. 3)
  “(Kaldı ki) bizim cumhuriyetimiz, kanlı ihtilâller, darbeler, iç savaşlar sonunda kurulmamıştır. Tam aksine, emperyalizme ve Türkiye’nin imhası plânlarına karşı kazanılan bir zaferin sonrasında vücut bulmuştur. Bu bakımdan, bağımsızlığımızla eş anlam kazanmıştır. Milletimiz gücünün son zerrelerini ve kanının son damlalarını harcayarak, ayakta kalma mucizesini bir kere daha göstermiştir.