Yaşama anlam katan en önemli etkendir özgürlük. Özgürlüğün kısıtlanması demek bir insanın yaşamının da başlı başına sınırlanması demektir. O nedenle özgürlüğün değeri hiç bir şeyle ölçülemez.
Ben bugünkü yazımı cezaevlerinde bulunan mahkum kardeşlerimize ithafen yazıyorum. Yazımdaki amacım mahkum kardeşlerimizin ve mahkum yakınlarının yaşadıkları sıkıntıları anlamak ve biz hür insanların özgürlüğün anlamını yeniden duyumsamamızı sağlamaktır.

Yaşlı çift haftalardır postacının evlerinin kapısını çalarak ellerine bekledikleri beyaz zarfı uzatmasını ve “Hapishanedeki oğlunuzdan mektup var amca, müjdemi isterim” demesini bekliyorlardı. Yaşlı adam beş yıl boyunca yaptığı gibi titrek elleriyle zarfı büyük bir heyecanla açıp hemen yanında duran en az onun kadar yaşlanmış eşine buram-buram hasret kokan mektubu okuyacaktı. Yaşlı çift mektubu okudukça ağlayacak, ağladıkça kendilerini suçlayacaklardı.

Beş yıl her gün aynı umutlarla uyandı yaşlı çift ve en az bir beş yıl daha bekleyeceklerdi ömürleri el verdiği sürece.
Ve nihayet beklenen mektup gelmişti. Yaşlı kadın mahkum oğlunun kokusunu alırmışçasına mektubu kokladı, bağrına bastı ve sonrada okuması için eşine uzattı.

Sevgili Babacığım, Sevgili Anneciğim Nasılsınız? Ben çok iyiyim beni merak edip kendinizi üzmeyin.
Güzel anam, Sitem ediyorum sanma sakın fakat senin koynun kadar sıcak, güvenli değil buralar. Korku değil benimki, ya sevdiklerime kavuşamadan göçersem buralardan endişesi taşıyorum. Aklın bende kalmasın. Bana öğrettiğin gibi uyanık olmaya çalışıyorum. Çay semaverinden gelen buram-buram çay kokusu eşliğinde kazandan çıkan buharla ısınıyorum. Burada gardiyanlar bana, sen gibi şefkatle kapı açmıyorlar. Akşam oldu mu kapanıyor yüzümüze koğuş kapıları, esaretin bir nişanesi gibi. Sabah sayım saati gelene kadar da açılmıyor.
Sonra havalandırma dedikleri yere çıkartıyorlar bir bir…

Senin mis kokan çiçekli bahçen gibi değil burası. Nefes bile zor alınıyor burada. Mahkûmların volta attıkları, diğer adıyla sabah yürüyüşü yaptıkları bir alanda; bir aşağı, bir yukarı yürüyen insanların arasında, çocukken koştuğum o kocaman mahallemizi düşünüyorum. Nasılda dar gelirdi bana? Başka sokaklara kaçardım daha büyük alanda oynamak için. Küçük yerlerde boğulur, sıkılırım bilirsin.
Bulunduğum koğuş basık ve havasız, buna içindeki insanların kasvetli görünüşü eklenince iyice çekilmez bir hal alıyor. Burada çok farklı insanlar var. Cinayet işleyenler, hırsızlar, tecavüzcüler, esrarcılar, kalpazanlar, anarşistler, tetikçiler.
Her birinin farklı bir hikâyesi, farklı suçları var. Kimi yatağında gizli, gizli ağlarken, Kimi ise yaptığı suçu böbürlene, böbürlene anlatıyor. Dedim ya tuhaf bir yer burası.

Hapishanenin dışarıdan bir farkı yok! Paran varsa paşasın, yoksa gariban. Ve burada garibanlar sevilmediği gibi ezildikçe, eziliyor.
Ağası, gardiyanı, racon keseni, kısacası sözü geçen herkesin bir eli garibin ensesinde oluyor.
Burada günler geçmiyor anne. Saatleri, dakikaları saymamak için boncuktan tespih, kibrit çöpünden çerçeve yapmayı öğrendim. Ortamın havasızlığı, insanların bakımsız yarı aç, yarı tok kalması her gün bir arkadaşımızın hastalanmasına sebep oluyor. Hepsine konulan teşhis aynı; TİBERKİLOZ yanı VEREM.

Mektubun bundan sonraki kısmını boş bıraktım. İstedimki devamını herkes beş dakika da olsa kendini onların yerine koysun, bir gün kendininde orada olabileceğini düşünerek cezaevlerindeki dramı kendi içinde yaşasın ve yazsın.

Tüm Kader Mahkumu kardeşlerimize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.