Çağımızın, milletimizin, bireylerimizin genel bir arızası var. Her insan bir kimlik, kişilik, şahsiyettir. Kişilik; anne-baba ile başlayıp, evdekiler, sokaktakiler, okuldakiler, iş hayatındakilerle  noktalanan, sonra okuduklarımızla, dinlediklerimizle, gördüklerimizle, bilgilendiklerimizle, tecrübelerle zenginleşen, oluşan, olgunlaşan öz varlığımızdır.
Her insanın kendine ait beden yapısı, duygu örgüsü, algı dünyası, kavrayış yeteneği, sıradanlaşmış davranış tarzı o insanın kişilik özelliklerini çerçeveler.
Kişilik çerçevesi çok önemlidir. Kişilik çerçevesini oluşturan insani değerlerdir. İnsani değerler din, ahlak, güzel huy, güzellik duygusu, iyilik duygusu, iktisat, kazanma, helal-haram telakkisi, üreticilik, kendine ve başkalarına faydalı olma duygusu, almayı-vermeyi terazi kefesinde eşitleme duygu ve  becerisi, sevgi, kin-öfke-şiddet arzusunu dengeleme ve yararlı şekle sokma duygu ve çabası, insanı- evreni-yaratıcıyı kavrama duygusu. Daha yüzlerce ayrıntıya inerek insani duygu ve becerileri sıralamak mümkündür. Tüm bu değerler kişiliğimize bir çerçeve oluşturur.
İnsani değerlerin yanı başında yer alan dini değerler, milli değerler, aidiyet değerleri sıralanabilir. Tüm bu değerler de kişilik çerçevesini belirgin, tanınır, özel kılar.
Şimdi herhangi bir caddeye çıkınız ve karşınızdan gelen, arkanızdan gelip yanınızdan geçen insanlara bakınız. Onların hangi kimlik sahibi olduklarını düşününüz. Kimliklerinin onları özel kılan vasıflarına, niteliklerine bakınız. O insanlar insani değerlerin sahibi gibi görünüyorlar mı? Dini değerlerin sahibi gibi geliyor mu size, milli değerlerle yakınlıkları ne kadar? Bu ölçüleri arayarak bakın çevrenize. Ama önce kendinize.
Hayatımız kalabalıklar içinde geçiyor. Çevremize baktığımızda birilerini görüyoruz. Ama hiç birinin, hiç kimsenin kimliğinin çerçevesi yok. Giyim-kuşamla, seslenme ve hitap etme şekliyle, kullandığı kelimelerle, yiyip-içme tarzıyla, yiyip-içtikleriyle, yürüyüşüyle, edasıyla, bir mekeana, bir meclise girip-çıkışıyla, kendinden farklı yaştakilere, kendinden farklı cinsiyettekilere, kendinden farklı değerleri olan büyüklerine, küçüklerine, yaşdaşlarına davranış biçimiyle bir kimlik ortaya koyuyorlar. Kimliklerin çerçevesi yok. Bu adam, bu kadın, bu genç, bu kız, bu çocuk şu milletten, şu ümmetten, şu aidiyetten demek mümkün değil.
Kimliklerin çerçevesi dağılmış, dağıtılmış. Tanzimat Hattı Hümayunu okunduğu günden beri insanımın kimliği çerçevesiz. Bir medeniyete mensup değil. Müstemleke insanı haline gelmiş.
Müstemleke insanı yalnızca vatanı istila edilmiş insan demek değildir. Ruhu, beyni, hayatı algılayış ve kavrayışı değiştirilmiş insandır müstemleke insanı.
Kendi medeniyetini inkear ettiği günden beri, kendi medeniyeti ışığında bir değer üretmiyor insanım. Yeni bir devlet, meclis, parlamento, yasalar hiç biri kendi medeniyetimize dair üretilmiş değil. Batı medeniyeti ile yarışacağız diye tüm dikkatimizi oraya sarf ettik. Onlar bir şey yapınca karşılığında biz de bir şey yapıyoruz. Satranç tahtasında onlar bir hamle yapınca biz de çaresiz, mecbur edildiğimiz yarışın şartlarına uyarak biz de bir hamle yapıyoruz. Ama yaptığımız her hamle o medeniyetin ışığında bir taklit hamle oluyor. Hiçbir taklit asıl gibi olamaz. Her defasında yeniliyoruz. Her yenildiğimizde kaybetme duygusu aşağılık duygumuz, kendini değersiz bulma duygumuzu derinleştiriyor. Karşımızdakine hayranlığımızı artırıyor. Bu teslimiyeti, onların ürettiği her şeyin değerli olduğu zannını kuvvetlendiriyor. İşte o yüzden kendimize ait değerleri oluşturan kimliğimizin çerçevesi olan medeniyetimizi bir tarafa atıverdik.
O medeniyet ile yüzyıllarca değerler ürettik. Değer ürettikçe medeniyetimiz yaşadı. Değer üretmediğimiz günden beri artık bir medeniyetimiz yok. Yüzyıllarca ürettiğimiz değerleri de birer birer unuttuk.
Lütfen sabahleyin yatağınızdan kalktığınızda aynanın karşısına geçiniz, kendinizi seyrediniz. Lütfen kendinize sorunuz. Ben kimim?