Türkiye, kendini güney sınırları boyunca kuşatacak, derin tarihi ve kültürel bağları olan Türkmen coğrafyasından ve İslam Alemi'nden soyutlayacak bir oldu-bittiye asla razı olamazdı. 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle ordusunun zaafa uğradığı sanılan bir günde şahlanarak, Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) verdiği destekle uygulamaya koyduğu Fırat Kalkanı operasyonuyla hem gücünü hem de vatanını koruma konusundaki kararlılığını ortaya koymuş oldu. 15 Temmuz sonrasında, Türkiye'de, Çanakkale ruhu yeniden canlanmıştır. 

Çarşamba sabahı 04.00’te Cerablus’a askeri bir operasyon başlattık. Operasyonun adı, bizim o bölgeye olan duyarlılığımızı özetliyor: “Fırat Kalkanı”.

Dünkü yazımızda da belirttik; Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmakta olan kantonların birleştirilmesiyle oluşan kuşağın Akdeniz’e uzanması Türkiye’nin güney sınırları boyunca kuşatılması, derin tarihi ve kültürel bağları olduğu Türkmen coğrafyasından, İslam Alemi’nden soyutlanması demekti. Irak ve Suriye’nin kuzey bölgeleri düne kadar Misak-ı Milli sınırlarımız içindeydi. Ortadoğu’nun zenginliklerini yağmalamaya gelen çağdaş haramiler bu tarihi gerçekleri görmezden geliyorlar, akıllarına göre, bölgede yeni yeni parsellemeler yapıyorlardı. İran’dan, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanacak “Kürt Koridoru” görünümlü bir ABD-İsrail Koridoru oluşturulmak isteniyordu. Bu oluşum Türkiye’nin Anadolu’ya hapsedilmesi demekti; “Menbiç-Azez arasındaki Mare Hattı kırmızı çizgimizdir, geçeni vururuz” dedik.

Dinlemediler, vurduk!

Fırat Kalkanı” operasyonun özü, özeti budur..

Topraklarımızı üs olarak kullanan Batılı dostlarımız, Türkiye’nin duyarlılıklarını duymazdan geliyorlar, askeri destek verdikleri PYD’nin YPG’sini karadaki en yakın dostları ilan ederek “koridoru” Akdeniz’e doğru yürütmeye devam ediyorlardı. Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilen Batılı dostların desteklediği PKK/YPG, Türkiye’nin “kırmızı çizgim” dediği Fırat’ı geçerek, Menbiç’i IŞİD/DEAŞ’tan “kurtardıklarını” ilan ettiler. Gafiller, ordusu iki defa kumpasa uğrayan Türkiye’nin operasyon yapamayacağını sanmış olmalılar. “Yanlış hesap yapmayın, bu milletin ordusu 79 milyondur” demiştik; dinlemediler. Hatırlatalım; yüzlerce yıllardan beri bölgedeyiz; Türkiye, bölgeyle ilgili hesaplarda hala ciddiye alınması gereken köklü devlet geleneği olan bir ülkedir.

FIRAT KALKANI”NIN MESAJLARI

Fırat Kalkanı” askeri bir operasyondur, ama siyasi mesajları da olan çok kararlı bir operasyondur. Dosta, düşmana, “Bölgenin kaderini yazmak isteyenler beni hesaba katmak zorundadır. Güney sınırlarım boyunca kuşatılmak benim asla kabul edebileceğim bir durum değildir” şeklinde özetlenebilecek bir mesajdır bu..

Ne Suriye’den ne de krizin başladığı 2011’den bu yana Esat’a destek veren Rusya ve İran’dan olumsuz bir tepki gelmediğine göre, Türkiye’nin “Fırat Kalkanı” operasyonu bölge ülkeleri tarafından onaylanmış bir operasyondur. Çünkü, operasyon öncesinde Suriye de, Rusya da, İran da haberdar edilmiş, kaygılarımız ve hedefimiz konusunda bilgi verilmiştir.

Bu aşamada en ciddi sorunu, dostumuz, müttefikimiz ve de stratejik ortağımız ABD ile yaşayabiliriz. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında tek kutuplu kalan dünyamızda küresel liderliğini Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını kontrol altına alarak sürdürmekte kararlı olan ABD, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e uzanacak bir koridor oluşturmakta inatçı bir kararlılık sergilemektedir. ABD bölgede İsrail merkezli bir enerji imparatorluğu oluşturma, Akdeniz’i bir Batı Gölü’ne dönüştürme çabası içindedir. Bölgedeki 22 ülkenin siyasi haritalarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli hedeflerinden biri de, yağmalanan Ortadoğu petrolünü ve doğalgazını Akdeniz’e ulaştıracak olan “Kürt Koridoru” görünümlü bu ABD-İsrail Koridoru’dur. Türkiye de, İran da, Rusya da, petrol üreticisi Arap ülkeleri de bölgenin siyasi ve ekonomik dengelerini etkileyecek bu “koridor”a karşıdırlar. Suriye’nin krize sürüklendiği 2011’den bu yana ABD ile bölge ülkeleri arasında vekalet savaşları şeklinde sürdürülen mücadelenin temelindeki asıl neden, bu ABD-İsrail Koridoru’dur.

24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesinin ardından Suriye’de uçamaz duruma düşen, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında temel kurumlarında savrulmalar yaşanan Türkiye’nin durumu, Menbiç operasyonu için bir fırsat olarak değerlendirilmek istendi. Fırat’ı geçen PYD güçleri, ABD-İsrail Koridoru’nu Akdeniz’e bir adım daha yakınlaştıracak Menbiç’i IŞİD/DEAŞ’ın elinden “kurtardı” ve yüzde 87’si Arap ve Türkmen olan yerleşim biriminin adı Kürtleştirildi, Mabuk yapıldı. Bir sonraki hedef olan Cerablus’un da alınmasıyla Kobani ile Azez kantonları birleştirilmiş ve Türkiye güney sınırları boyunca kuşatılmış olacaktı. Türkiye ile yüzlerce yıllık tarihi ve kültürel geçmişi arasına set çekerek geleceğini karartacak bu kuşatmanın sonuçları ayrı bir yazı konusudur. “Cerablus değil orası, Conkbayırı” dememizin nedeni budur.

EL RAİ DEĞİL, ÇOBANBEY

Fırat Kalkanı” operasyonunu televizyonlarınızdan izlerken gösterilen haritalardaki yerleşim birimlerinin adları dikkatinizi çekmiş olmalı: Çobanbey ve çevresindeki yerleşim birimlerinin adları Türkçe..

Cerablus’a yoğunlaşmışız, ama “Fırat Kalkanı” operasyonu aslında Çobanbey operasyonu. Çobanbey, bizim açımızdan, Suriye’nin kuzeyindeki en önemli Türkmen yerleşim birimi. Çobanbey Fırat’tan Hatay’a uzanan 98 km’lik hattın orta yerlerinde. Bütün mücadele bu 98 km’lik hatta sürüyor. Taraflar Menbiç cebini ele geçirmeye çalışıyorlar. Çünkü IŞİD/DEAŞ bugüne kadar gerçekleştirdiği bütün elemen ve silah kazanımlarını, lojistik desteği buradan sağladığı gibi, Türkiye ve Avrupa’da gerçekleştirdiği eylemlerde de buradan yola çıkardığı elemanları kullanmıştı.

Türkiye, 24 Kasım uçak krizi öncesinde kendisi için tehdit üreten bu alanı IŞİD/DEAŞ’tan temizleme kararı almıştı, ama “Fırat Kalkanı” operasyonu ancak Rusya ile ilişkilerin yeniden normalleşmesi sonrasında hayata geçirilebilmişti. “Fırat Kalkanı” operasyonunun asıl hedefi, görünürde Cerablus olsa da, Çobanbey’dir. Türkiye sınırından Halep’e uzanan koridoru Çobanbey Türkmenleri üzerinden kontrolü altında tutabiliyordu 7 Nisan’da kendine yakın saydığı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bağlantılı gruplara verdiği destekle Çobanbey’i kontrol altına aldı . Bundan büyük rahatsızlık duyan IŞİD/DEAŞ dört gün sonra Çobanbey’i ele geçirdi. 7 Nisan’a kadar Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) elinde olan Çobanbey, IŞİD/DEAŞ’ın kontrolüne geçmesiyle muhalifler büyük bir darbe yemiş oldu. Azez yakınlarında dar bir alana sıkıştılar.

Çobanbey’in IŞİD/DEAŞ’ın kontrolüne geçmesiyle alanda büyük bir otorite boşluğu oluştu. Türkiye bu boşluğu doldurmak ve ÖSO üzerinden elde ettiği kazanımlarını korumak üzere harekete geçmek üzereyken, 24 Kasım’da Rusya ile uçak krizi yaşandı, hareket alanımız daraldı.

YANLIŞ HESAP YAPMAYIN, ORTADOĞU DENKLEMLERİNDE TÜRKİYE’NİN KARARLARI ÖNEMLİDİR

YPG’nin Fırat’ın batısına geçmek için beklediği gerekçe ve fırsat da böyle ortaya çıktı. “ÖSO IŞİD/DEAŞ’la başa çıkamıyor” gerekçesiyle Fırat’ı geçerek Membiç’i “kurtardılar”. Membiç’teki IŞID/DEAŞ militanlarının bir kısmı güneye, El Bab’a kaçarken bir kısmı da yanlarına aldıkları rehinelerle Karkamış karşısındaki Cerablus’a geldiler. Türkiye’de Gaziantep katliamı, çeşitli bombalı saldırılar yaşanmaya başlandı.

Türkiye YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesine razı olamazdı ve IŞİD/DEAŞ’ın bombalı eylemlerine boyun eğemezdi. Bölgenin diğer aktörleri olan Rusya ve İran ile ilişkilerini düzenledikten sonra, 15 Temmuz sarsıntısına rağmen, “Fırat Kalkanı” operasyonu için düğmeye bastı. Türkiye “kırmızı çizgim” dediği Fırat’ın batı yönüne geçilmesine razı olmayan Türkiye, kendisine tehdit üreten bataklığa uluslararası hukuk çerçevesinde ÖSO üzerinden yanıt veriyor. Gelişmelerin seyrine göre tehditlere yanıt verme şekli de değişecektir.

Türkiye’nin kimsenin toprağında gözü yok, ama vatanını korumakta kararlıdır.

Not: Televizyondaki tartışma programlarından, özellikle Abdullah Ağar’ın değerlendirmelerinden yararlanılmıştır.