Günümüzde hala birçok düğünde uygulanan, gelin- damat ve onların ailelerinin uzun bir süre yan yana dikilerek, düğün katılımcılarının takılarını takmasını beklediğini hepimiz biliriz, Takı töreni anons edilerek, çiftin en yakınlarının hediyeleriyle başlar. Bazı düğünlerde masallardaki gibi elden ele dolaşan keseler de vardır. Bazen ekmek kuyruğunu andıran sıralar oluşur.
Kim ne takmış, defteri tutulur, bazı yörelerde. Kayıt altına alınır. Düğün sonrası, aile büyükleri, özellikle yaşlılar, video kayıtlarını saatlerce analiz ederek kim kime ne takmış, kaç para takmış, altınların yapım tarihinden tutun, bileziklerin ayarlarına kadar her şeyi yüce belleklerinde kayıt altına alırlar. 
“Düzelt de kolyen gözüksün” fotoğrafları ve her açıdan yapılan çekimler…
****
Ağustos ayının Sıcak mı sıcak bir günü, şehrin en işlek caddesinde,  kuyumcuya giren, kadın çok öfkeliydi. Nasıl yaptılar bu acımasızlığı anlam veremiyordu. Günlerdir uykusu kaçmış belli, yüz ifadesi onu gösteriyordu. Kendi düğün videosunu defalarca izledi. Bulamadı bir ipucu. Oğlunun düğününün keyfini yaşayamamıştı. Düğün sonrası çok yorgundu. Takı töreni anons eşliğinde gerçekleşmedi, galiba. Takıların içinde 14 ayar küçük bir altın vardı. Çirkin ördek yavrusu gibi…
Kim bu14 ayar küçük altını takan, hediye eden?
Komşusu Neriman hanıma gösterdi, takılan altını. Birlikte baktılar, evirdiler çevirdiler. Düşündüler düşündüler… Küçük altının iğnesinde takılı kurdelede altın markasına takıldı gözleri, kutusunda satılan kuyumcunun adı vardı. Newton’un Yerçekimi Kanunu’nu bulduğundan daha kıymetli bir buluştu.
Dedektifler iş başında. Bulmuşlardı bir ipucu. 
Günlerdir uykusunu kaçıran bu olayı açığa çıkarmalı ve rahat uyumalıydı. Gelinin kayınvalidesi.
Sert bir ifadeyle paketten kırmızı kurdeleli altını çıkardı. Kendi kafasında kurguladığı düşünceleri yaşama geçirmek istedi. 1 Ağustos günü alınmış bu altın ve bu kuyumcudan, kesinlik vardı, kendince. Biricik oğlunu kim layık gördü 14 ayar altına. 1 Ağustos tarihine ait kamera kayıtlarını açmalarını istedi.  Böyle bir şey olamayacağını belirtti, kuyumcunun yanında çalışan kibar genç. Kadın çıkar gibi yaptı, bir iki adım attı.  Sesini biraz yükseltti. “Ben size esnaf, bana yardımcı olurlar diye geldim. Anlayışlı olacağınızı sanmıştım.” dedi. Yükselen ses tonu ile bütün müşteriler başını çevirdi kadına doğru.
Patron konuyu sordu, “Ne oldu? Sıkıntı ne?”
Kadın yine çaresiz, bir o kadar da öfkeli. Sorunu çözmeden çıkmak istemiyordu.
Elindeki küçük altını patrona gösterdi.
“Oğlumun düğününde takılan bu takıyı kimin taktığını bilmek istiyorum. Kim bu seviyesiz,  öğrenmek istiyorum. Kim bu altını takan seviyesiz çıksın ortaya ” dedi. Elindeki 14 ayar küçük altını göstererek. Patron  bu durumda nasıl yardımcı olabileceklerini sordu. Bayan devam etti.  “1 Ağustos tarihine ait kamera kayıtlarını açmanızı rica ediyorum. Bu kişiyi bulmak istiyorum.” dedi.
Kuyumcu, bu tür davranışın etik ve yasal olmadığını anlatmaya çalıştı. Fakat kadın hiç bir şey dinlemek istemiyordu.  Sinir hücrelerinin hepsi zıplamıştı. Sadece 14 ayar altının kimin taktığını öğrenmek istiyordu.
“Sabah saat 9.00 da açıyoruz. Akşam 21. 00 de kapatıyoruz. Yaklaşık 12 saatlik bir film izlenecek. Bunun için size bir eleman tahsis etmemiz gerekecek.” dedi patron hafif bir tebessümle.
Kadıncağız zaten hazırlıklı gelmişti, kendisi evde işlerini ayarlamıştı. Görüntüleri izlemeye hazırdı. Yeter ki kendince seviyesiz gördüğü akraba, arkadaş ya da komşusunu bulabilsin.
Aynı altını, takan kişiye takacaktı. Kendi yaşadığı duyguları ona da yaşatacaktı. Bu saadet zincirinde kendi halkasının görevini başarıyla yerine getirmiş olacaktı.  Kısacık bir an da olsa mutluluğun formülünü bulmuştu.
Oysa şimdi kafasında bin bir soru kaldı.
Vah vah… Kim acaba? Zor, çok zor bir durum… Kimdi bu seviyesizliği yapan? Kuyumcu kibarca reddetti, bu isteğini. Komşusu da şaşkındı. Komşu da izleyemedi kamera kayıtlarını. Biz ve diğer müşteriler sadece izliyoruz. Bıraktık ışıl ışıl altınları beğenmeyi. Kadın öfke ile kuyumcudan çıkarken 14 ayar küçük altını bıraktı. Kuyumcu arkasından seslendi.
“Bayan altınınız kaldı, alır mısınız?”
Kadın “Sizin olsun ben ne yapayım, ne işime yarar?” dedi, sitem dolu sözlerle. Altın cam tezgâhın üzerinde kaldı.  Kuyumcunun haksızlık yaptığına kendi inanmıştı. Komşusunu da inandırmalıydı.  Dudaktan okunmak zor değildi. Komşusuna anlatarak yolda ilerledi. Komşu da başını sallıyor, onaylıyordu.  Caddenin kalabalığına karıştılar ve gözden kayboldular.
Gelenekler ve görenekler bazen psikolojimizi bozabiliyor. Komşu, arkadaş ya da akrabasının düğününe gelmesi, onurlandırması yetmez miydi acaba?
“Yerin dibine batsın böyle töre” dedim kendi kendime.
”Ben armağan ettim” diyebilse takan kişi.   Samimiyetsiz olan düğün sahibini karşısına çıksa. Cesaretle, göğsünü gererek. Takı taktığı ailenin,14 ayar altını oğluna layık görmeyen kadının öcünü almasını kolaylaştıracaktı.
Kadının geleceğini düşündüm.
Hep şüpheli olacak. Her küçük altını taktığında ıstırap çekecek.
Bu kadar iç huzursuzluk kadının kalan ömrünü helak edecekti.
Böyle tören olacağına olmasın. Bu tür insanlar da üzülmesin. Yorulmasın.
Söylenecek çok fazla bir şey yok. Takımıza, hediyemize bizden fazla değer veren, insanlardan uzak duralım.
Bugün açan çiçek yarın yok oluyor. Yaşananları izledikçe, her gün biraz daha öğrenir oldum insana insandan daha düşman hiçbir varlık yaşamıyor yeryüzünde!
Altının ayarı ile ilgilenmekten çok, bu mutluluğu yaşatan çocuklarımıza teşekkür edelim. Yaşadığımız güzelliklerin farkında olalım, tadına varalım. Bırakalım samimiyetsizliği. Geniş yürekli olalım.
“Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin” demiş atalarımız…