Aydın Ağabey, Bîmekân, (mekânsız) idi. Mecâz-i Aşk’tan İlâhî Aşk’a geçişte zaman ve mekân mefhumunun da dışına çıkmıştı. Aslında memleketi Palu’da mekânı vardı. Ama bir kerre dönmemek üzere buradan hicret etmişti. Memleketine dönmesi hususundaki talepleri geri çevirmişti. Platonik bir aşk’la vurulduğu, ayıplanmaz bir aşk ile âşık olduğu amca kızı Neriman bir başkasıyla evlenmiş, Palu’da geniş imkânlara sahip bir aile durumuna gelmişlerdi. Hiçbir komplekse kapılmadan, akrabaları olan Aydın Ağabey’i ısrarla Palu’ya da’vet etmişler ve kendisine her imkânı hazırlamaya hazır olduklarını bildirmişlerse de Aydın Ağaey iltifat etmemiştir.
Aydın Ağabey, Cağaloğlu-Sultanahmed civarında, Abdullah Işıklar Ağabey’in, Cağaloğlu Çatalçeşme Sokağında kâin, mekânı’nı merkez ittihaz ederek temekkün etmişti.
Uzun yıllar, Fahri Bey’in Kent Oteli’nde ve Sultanahmed’deki diğer otellerde kaldı.
Aydın Ağabey, gerçek bir derviş, Allah adamı, “Yevmün cedît, Rızkun cedid”, (her bir yeni gün için, yeni bir rızk) yarını, akşamı hiç düşünmemiştir. Sabahleyin, otel’den çıkar, Abdullah Ağabey’in mekânına uğrar, sembolik miktarda bir parayı Abdullah Ağabey’e verir, Abdullah Ağabey çekmecesini çeker, çıkardığı bir zarfa bu miktarı itina ile koyar, zarfı yine çekmecedeki yerine yerleştirir. Gün boyu, hisabı olmayan ve beklenilmeyen yerlerden, kimseler’den akşam saatlerine kadar zarf bir hayli kabarık hâle gelir. Aydın Ağabey akşam saatlerine doğru geldiğinde, o akşamki yemek ve otele yetecek miktar kâfi değilse, noksan kısmı Abdullah Ağabey tarafından tamamlanır, “Buyur, Aydın Ağabey,” denilerek Aydın Ağabey’e verilirdi.
Mes’ele hiçbir zaman para mes’elesi olmamıştır. Fakat Aydın Ağabey’in otel’e yerleştiğinde ne yapacağının kestirilememesi, bilinmemesidir. Bir bakarsınız, Aydın Ağabey, çamaşırlarını yıkamış, otelin ön yüzüne Sultanahmed Meydanına, Sultanahmed Tramvay İstasyonu’na bakan cephesine asmış, turistler resmini çekiyor.
Bir bakarsınız, Aydın Ağabey gecenin bir vaktinde hiç fark etmez, gecenin bir saatinde, tam gece yarısı veya seher vakti, herkesin uykuya daldığı bir saatte, Dâvûdî sesiyle yeri göğü inletircesine bağırıyor. Otel sahipleri kendisini çok sevdikleri ve takdir ettikleri halde, müşterileri ve komşuları rahatsız olduklarından otellerinde misâfir etmek istemiyorlardı.
Aydın Ağabey, bir ara bu ibâte (geceleme) işine çâre olsun diye, yataklı trenlerle Ankara’ya gidip-geldi.
Akşam vakti, İstanbul-Haydarpaşa’dan, Ankara’ya hareket ediyor, gün boyu Ankara’da kalıyor, akşam yine Ankara’dan-Haydarpaşa’ya hareket ediyordu. Biraz pahalıya mal oluyordu, ama en azından ibâte (geceleme) otellere muhtaç olmaksızın hallediliyordu.
Ankara gidiş-dönüşleri yıllarca sürmüştü. Bu seyahatlerinden birisinde, şerîr ve şakîler Aydın Ağabey’e tasallut etmişler. Aydın Ağabey’in bütün dişleri altındandı. Niçin altın’dan yaptırmıştı, ne zaman ve ne maksatla yaptırmıştı. Bütün bunlar bizim için meçhuldu.
Ankara’da şerir ve şâkiler Aydın Ağabey’i darp etmişler, dişlerini kırmışlar, sürekli elinde taşıdığı, elinden hiç bırakmadığı, portakal’dan biraz küçük, som altından bir top vardı. Şerir ve şâkiler elinden hiç eksik etmediği bu altın topu da almışlardı. Aydın Ağabey Ankara Nümune Hastahanesine kaldırılır, şerîr ve şâkiler de yakalanırlar. Aydın Ağabey’den gaspedilen altın top, altın tesbih ve diğer ziynetler, hastahane’nin, Aydın Ağabey’in tedâvî edildiği servis’in stajer hekimine teslim edilir.
Bu arada, Aydın Ağabey’in akraba ve yakınlarına ulaşılmaya çalışılır. Aydın Ağabey’i tanımayanlar, altınlardan haberdar olunca yakın akraba olduklarını, kendisini çok sevdiklerini söylerler. Hastahane’ye koşuştururlar.
Aydın Ağabey, Hastahane’den kaçar, altın top, altın tesbih ve diğer zîynet eşyası hastahane’de kalır. Vasisi durumundakilere teslim etmezler. Nihâyet, Abdullah Işıklar Ağabey devreye girer Polis Başmüfettişlerinden Muhterem bir zât dahâlet eder, ziynet eşyası’nın teslim edilmesini sağlar.
Aydın Ağabey’in hallerini bilmeyenler yüzünden İstanbul’da da buna benzer başka vak’alar da meydana gelmişti.
Eminönü’nde kaldığı bir otelde, Aydın Ağabey’i tanımayan veya yanlış tanıyan birisi ihbarda bulunmuş, Aydın Ağabey’i karakola celbetmişler, uyuşturucu mübtelası, azılı gaspçı birisiyle birlikte karakolun nezârethânesine koymuşlar. Son yıllarında, Aydın Ağabey’in herşeyiyle yakından alakadar olan Av.Feride Yılmaz haberdar edilince karakol’a koşuyor. Genç karakol âmirine, Aydın Ağabey’i buraya niçin celbettiklerini soruyor, Aydın Ağabey’in karakol’a niçin celbeldiğini genç karakol amir’i de bilmemektedir.
Giyiminden kuşamından belki de, “dilencilik yapıyor, diye ihbar etmiş olabilirler” diyor.
Oysa, o anda Aydın Ağabey’in cebinde 2.000 TL’den fazla nakit para, cebinde altın tesbih ve som altından altın top var. Av.Feride Hanım “böyle bir zât nasıl olur da dilencilik yapar, hem asla böyle bir iddia da yoktur,” Aydın Ağabey’i karakol’dan alır.
Aydın Ağabey’in kılık-kıyafetine bakarak ba’zıları para yardımı teklifinde bulunurlardı. Fakat, Aydın Ağabey, hiç kimseden aslâ para kabul etmezdi. Aksine, kendisinin, külliyetli miktarlarda, başkalarına başka yerlere yardım ettiği görülmüştü.
Bir kerresinde, Mercan’da, Çakmakçılar Yokuşunda, bir türbe’ye önemli miktarda para saçtığı görülmüştü.
50-60 yıl önce İstanbul sokaklarında, tepsi’de yoğurt satanlar, seyyar balıkçılar, geceleri boza satanlar, beygirlerle zerzevât (sebze) satanlar, Dâvûdî sesleriyle, “Yoğurtçuuu! Haydi, yoğurdum kaymaaaak!, Bozacııııı! Haydi Bozaaaa! Zerzevat Vaaaar! Haydiiii! Ispanak Vaaaar! Pıransa Var, (Pırasa) Haydi, Patlıcânooo! (Patlıcan) yeri göğü inletirlerdi.
Son yıllar’da artık bu kabil sesleri ya hiç duymuyoruz ya da az da olsa, belki İstanbul’un varoşlarında halâ bu kabil sesleri, nidaları duymak mümkün olabilir.
Cağaloğlu, Sultanahmed civarında, matbaacılık yapan bir Kardeşimiz’le, Bizim Cikletçi Sıdkı, zaman zaman, avâze’leriyle yeri göğü inletirdiler. Asıl kükreyen Aslan Kral, Merhûm Aydın Ağabey’di.
Aydın Ağabey, zaman zaman, Cağaloğlu Meydanı’nda zaman zaman da, Molla Fenârî Camiî’nin bulunduğu küçük alanda adetâ, kükrer, “Ben buradayım”, “buralar benden sorulur”, gibi, Davûdî sesiyle cihanı inletirdi.
Bir def’asında, bir Ramazan günü, “Ey! Haram yiyeceğinize oruç yiyiiiiin!” diye haykırır. İlk nazarda, “Oruç Yiyin!” demek biraz ters gelebilir. Fakat derinlemesine tefekkür edildiğinde ne kadar haklı bir haykırış olduğu anlaşılır. Öyle ya, haram’da, hem Hukukullah, hem de Hukuk-u İbâd, (Kulların Hakkı) vardır. Oysa ki, oruç’ta, sadece Hukukullah vardır. Allah dilerse, oruç tutmayanları afvedebilirdi de. Helâllaşılmadıkça kul hakkını Allah afvetmezdi.
Aydın Ağabey yaşlanmıştı. İyice turistik bir bölge haline getirilen Cağaloğlu-Sultanahmed otellerinde kalamazdı, eskiden olduğu gibi yataklı trenlerle Ankara’ya gidip-dönmesi de mümkün görünmüyordu. Bir bakıyordunuz, sabah’ın erken saatlerinde, bütün Mâmelek’ini sırtına yüklenmiş, Abdullah Ağabey’in Cağaloğlu-Çatalçeşme Sokağı’ndaki mekan’ının önündeki kaldırımda, bir başka gün bir başka yerde...
Mekân’sız Aydın Ağabey’e dayalı-döşeli, dâireler, lüks mekân’lar teklif edildi. Fakat hiçbirisini, başkaca hiç bir yeri kabul etmedi. Abdulah Işıklar Ağabey’e, “Abdullah”, “Burası merkez, ben buradan ayrılmam. Ben burada, Küheylan Atı’nın üzerinde Abdülkâdir-i Geylânî Hazret’lerini görüyorum” der.
Aydın Ağabey, artık burada, eski hayatını devam ettiremezdi.
Abdullah Işıklar Ağabey başta olmak üzere, Av.Feride Yılmaz, İstanbul hâkimlerimizden, Cavid Marancı ve diğer komşular, bir şekilde İstanbul Büyükşehir Belediye yetkilileriyle temasa geçtiler. Önce, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesine sevk edildi. Burada, herhangi bir ruhî ve aklî bir rahatsızlık sözkonusu olmadığı için, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı, Kayışdağı’ndaki Dârûlaceze’ye yatırılması kararlaştırıldı.
Aydın Ağabey, Dârülaceze’yi hiç sevmedi. Kaldığı müddette, hiç konuşmadı. Sualleri cevaplandırmadı. “Kulağı duymuyor,” diye defe’atle, kulaklarından muayene ettirdiler. Fakat nafile, Aydın Ağabey konuşmuyordu. Ama, ne zaman Av.Feride Yılmaz Hanım veya Abdullah Işıklar Ağabey, ziyaretine gittiklerinde bülbül kesiliyor, konuşuyor, şakalaşıyor, gülüyor, güldürüyor.
Aydın Ağabey, daha önce Ankara Nümûne Hastahanesi’nden firar ettiği gibi, Dârulaceze’den firar etmiş, doğruca Abdullah Işıklar Ağabey’in Mekânı, Cağaloğlu, Çatalçeşme Sokağında bulunan, artık turistik eşya satan bir tacir’e-esnaf’tan birisine, kiraya verilen mekan’a gelmiş, “Abdullah! Abdullah!” diye kükremiş, ama, Heyhât! Artık o mekan’da, ona cevap verebilecek Abdullah Ağabey orada değil...
Aydın Ağabey, Ramazan-ı Şerif’in dokuzuncu gününe tevâfuk eden, 06.07.2014 günü rahatsızlanır ve İstanbul Fatih Sultan Mehmed Eğitim-Araştırma Hastahanesi’ne kaldırılır ve saat 21 sularında Rahmet-i Rahman’a kavuşur.
Vefat haberi, vasisi durumundaki, sürekli kendisiyle alakadar olan Av.Feride Yılmaz Kardeşimize bildirilir. Feride Hanım da Abdullah Işıklar Ağabey’i haberdar eder. Bir de Aydın Ağabey’in yakın akrabasından genç bir hanımefendiye haber verilir.
Aydın Ağabey’in Naaş’ının Elazığ-Palu’ya gönderilmesi kararlaştırıldığı için, Abdullah Ağabey, bizlere ve diğer sevenlerine haber vermiyor. Fakat, yapılan bir telefon görüşmesi neticesinde İstanbul’da toprağa verilmesi kararlaştırılmıştır. Aydın Ağabey’in naaşı hastahane’den Karacaahmed Mezarlığı’nın gasilhanesine nakledilir. Ani ve çok hızlı bir kararla, İstanbul’a defnine karar verildiği için Aydın Ağabey’in cenaze namazını, cenaze imamı, cenaze nakil aracı’nın sürücüsü, Abdullah Işıklar Ağabey, bir de Ankara’dan gelen yakın akraba’dan, gerçekten “Recûl” vasfını hakkıyla taşıyan genç hanımefendi olmak üzere, tamı tamına, dört kişi kılarlar. Ve yine tamı tamına, bu dört kişi cenazeyi Dudullu-Ihmamur Koyu Mezarlığı’na taşırlar.
Hani, Üstad Necip Fazıl Merhûm:
Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam;
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam... Vasiyeti var ya, bunun tam da Hakka’l-Yakîn’i bir durum.
Fakat o da ne?
Mezarlığa ulaştıklarında, cenazeleri trafiğe takılmış, gecikmiş, otobüsler, otomobiller dolusu, Cem-i Gafîr (Büyük kalabalık bir cemaat) beklemektedir. Hep birlikte Aydın Ağabey’in Naaşına omuz verirler. Kürekler elden ele kapanın eline kalır. “Tam dört inanmış adam”ın getirdiği cenazeye yüzlerce kişi sahiplenir, defneder, dua’ya katılır.
- Hepimize birer Farz-ı Ayn olan ulvî bir vazife’yi yerine getirerek Farz-ı Kifaye’ye dönüştüren, Abdullah Işıklar Ağabey’e, hayatında ve vefatında en önemli vazifeleri deruhte eden, Av.Feride Yılmaz Kardeşimize, Aydın Ağabey’i tanıyan ve seven bütün kardaşlerimiz adına en derin şükranlarımızı sunuyoruz.
Aydın Ağabey! Ruhun Şâd, Mekân’ın Cennet Olsun! Âmiiiin!...