Macaristan ve Romanya’yı kapsayan Avrupa Birliği toplantısındaydım. Öncelikle, şu hususu ifade etmeliyim ki, bu Romanya ve Macaristan nasıl Avrupa Birliği üyesi olmuşlar, hayret ediyorum. Bu ülkelere Bulgaristan, Polonya, Estonya, Litvanya, Letonya’yı da ilave edebiliriz.
Romanya’da, toplantı yaptığımız şehir Budapeşte’ye 250 km. uzaklıkta Oredea idi. Tek gidiş-geliş olan fevkalade kötü bir yol. Bu yolu 4 saatte alabildik. Güya, Romanya’yı Avrupa’ya bağlayan anayol. Doğruyu ifade etmek gerekirse, bizim ANAP iktidarında, Özal’la başlatılan otoyol siyaseti, AKP tarafından da devam ettirilmiştir. AKP zamanında duble yollar yapılmış ve hala yapılmaktadır. Bizim Budapeşte’den, Romanya’ya gittiğimiz yol gibi, yol kalmadı Türkiye’de. Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen, Romanya ekonomisi, hala mesafe alamamış durumdadır.
Avrupa Konseyinde görev yaparken, Romanya’da bir toplantı yapmıştık. Çavucesku’nun devrilmesinden hemen sonraydı, bizleri Bükreş’te, Çavucesku’nun yaptırdığı villalarda misafir ettiler. Gene onun yaptırttığı muhteşem başkanlık sarayı ve Parlamento binasını gösterdiler. O zaman “işte zalim Çavucesku devletin paralarını böyle israf etti” demişlerdi. Aradan yıllar geçti, şimdi ise, Çavucesku büyük liderdi, Romanya için büyük işler yaptı, belki diktatördü ama, ülkesine çok şeyler kazandırdı, sadece demokrasi ile karın doymuyor, diyorlar. Ekonomi durgun, işsizlik mevcut ve halk büyük ölçüde hayatından memnun değil. Bu duruma rağmen Macaristan ve Romanya’da devlet ve kamu ve halk doğaya, ormanlara ve yeşil alanlara büyük önem vermektedir. Her taraf yemyeşil ve halk bunlara gözü gibi bakıyor. Bizde olduğu gibi yeşil alanlara, AVM’ler, rezidanslar, iğrenç beton yığınları inşa edilmiyor. Şehrin ortasına, hem de sit alanı olan Dolmabahçe’ye beton yığını, stadyum inşa etmeyi, hayal bile etmiyorlar. İstanbul’da Başbakanın bile şikayet ettiği, silüet bozan binalar halen duruyor. Hatta öğrendiğimize göre, o civara yeni iğrenç beton yığınları geliyormuş. Şimdilerde bir cennet parçası olan, Datça’yı da imara açmak istiyorlar. Bu şekilde, oralarda da, doğayı ve çevreyi yok edecekler! Bütün bunlar, devletin gözü önünde ve hatta teşvik görerek yapılıyor.
Macaristan’da ve Romanya’da insanların herşeye rağmen, sakin ve sessiz bir hayat tarzını benimsediklerini gözlemledim. Evet, Avrupa Birliği üyesi olmalarına rağmen ekonomileri fazlaca ileri gitmemiş. Ama, zihniyet itibariyle, yani kafa yapıları olarak bizden farklı ve belki de bu manada AB’ye girmişler. Şehir merkezlerinde trafik düzenli. Yaya geçitlerinde öncelik yayalara veriliyor. Direksiyon başına geçince başka yaratık olmuyorlar ve insan gibi sürüyorlar. Kanun, nizam, devlet korkusu var. Oredea gibi küçük bir şehirde opera binası var. Bu tarihi binada, Opera/Bale/Klasik Müzik performansları veriliyor. Bizi Romanya’da Budapeşte havalimanına getiren aracın şoförü 4 saatlik yol boyunca opera ve klasik müzik dinledi. Benzer bir durumu, yıllar önce, Londra’da yaşamıştım. Londra’ya gidince ilk işim Londra Senfoni Orkestrasını dinlemek için Barbican Hall’e gitmektir. Gene bir gece, eşimle konsere giderken, bindiğim taksinin şoförü, konserde o gece hangi eserlerin çalınacağını bize söyledi ve ilave etti; “Bende iki gece evvel oradaydım, Rahmaninof’un piyano konçertosunu dinledim. Bir taksi şoförünün klasik müziği böylesine bilmesini, ilginç karşılamıştım ve bizim taksi şoförleriyle mukayese etmiştim!
Türkiye Menderes, Demirel, Özal’ın başlattığı kalkınma sürecini devam ettirebilseydi eğer, demokratik rejimde inkitalar olmasaydı, kalkınma göstergeleri, refah düzeyi ve en önemlisi eğitim ve zihniyet standartlarında Avrupa Birliği’ni yakalayabilecek durumda olabilirdik. Şüphesiz herşey maddi kalkınmayla da olmuyor. Büyüme ve kalkınma tek başına yeterli değil. Bir ülkenin devlet yönetiminin ve halkının laik, çağdaş, insan hak ve hürriyetlerine sözde değil özde bağlı olması ve uygulaması gerekir. Bu evrensel standartlar, toplumun tüm segmentlerine girmelidir, benimsenmelidir. Demokratik ülkelerde, demokrasi tüm kural ve kurumlarıyla işlemelidir. Demokraside idare edenler, kendileri gibi düşünemeyenlerin fikir ve düşüncelerine tahammülü olmak, tenkitleri içlerine sindirmek durumundadırlar. İdare edenlerin, sadece duymak istediği hususları duymaları, eleştiri yerine hep övgü beklemeleri, demokrasiyle bağdaşamaz…
Not: Manisa’nın Soma ilçesindeki maden kazasında ortaya çıkan büyük kayıp tablosu, kabul sınırlarının ötesindedir. Bu tür kazalar ileri ülkelerde olmuyor. Çünkü konular şansa bırakılmıyor, her türlü tedbir alınıyor. Bir lokma ekmek parası için, oralarda hayatlarını kaybeden, yüzlerce kişiye yazık değil mi? Bu hadise, bana göre Hükümetin istifayı düşünecek ve bunu değerlendirecek istikamette bir olaydır.
Türkiye iş kazaları ve ölümler bakımından, ne yazık ki dünyada en ön sıralarda yer almaktadır. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum.