Âyetlerde akıllı olmamız, akla müracaat etmemiz, akla uymamız, akla göre hareket etmemiz isteniyor. Nitekim Yüce Allah soruyor: “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara : 44)
Allah yarattığı her kuluna aklı potansiyel yani gizil güç olarak vermiştir. Vermiştir ama hikmet icabı / bilemediğimiz sebepler gereği / kadere taallûk eden hususlar icabı, kula verdiği aklın miktarı / keyfiyeti / bir şeye yönelişi farklı farklıdır.
Şöyle bir muhkem-i kaziyye / sağlam, kesinleşmiş bir hüküm, karar; yani mukarrer / kararlaşmış  bir hukuk anlayışı vardır.
Nitekim bu hükmü herkes bilir: “Her Türk vatandaşı hukukçu, fizikçi, kimyager, mimar, mühendis vs. olabilir.”
Bu hüküm / bu hukuk ve bu anlayıştan hareketle, isteyen herkes meselâ avukatlık  bürosu kurabilir mi?
Doktorluk yapmak için muayenehâne açabilir mi?
Veya bir kimse “Benim de aklım var.” diyerek muhasebecilik yapabilir mi?
Evet isteyen herkes avukatlık bürosu kurabilir.
Doktorluk yapmak için muayenehane açabilir.
Veya muhasebecilik yapabilir.
Şüphesiz bütün bunlardan birine talip olabilir, gereğini yerine getirebilir.
Ama şarta bağlı olarak. Yani avukatlık için, İlkokul, Ortaokul ve Lise'den sonra Hukuk fakültesini bitirmesi gerekir.
Doktorluk ve tabiblik için İlkokul, Ortaokul ve Lise'den sonra Tıp fakültesinden mezun olması lâzım.
Muhasebecilik mesleğini ifa etmek için ise yine İlkokul, Ortaokul ve Lise'den sonra İktisat ve Ekonomi fakültesinden diploma alması şart.
Gerçekten aklı olan her Türk genci; ilgili okul ve üniversitelerin belli dallarını bitirdiği zaman, aklı sayesinde; daha doğrusu aklını yetiştirdiği, terbiye ettiği, istediği sahada; onu gereken eğitim ve öğretime tabi tuttuğu takdirde, geçimini o yoldan sağlıyabilir.
İşte bu şekilde potansiyel / gizil güç hâlinde sahip olduğu aklını; kinetik hâle yâni fonksiyonel bir yapıya kavuşturduğu vakit muradına erer. Yani aklını olmasını istediği sahada yetiştiren, terbiye eden, ona gereken tahsil, eğitim ve öğretimi yaptırdıktan sonra; artık hayatını tanzim etmiş ona istediği rotayı vermiş olur. 
İşte “Akıl, akıl olacak.”tan kastedilen budur. Yoksa potansiyel akla sahip olan biri; hiçbir okula gitmediği ve istediği branşın bulunduğu bir üniversiteyi bitirmediği sürece, cahil kalmaya mahkûmdur.
Tıpkı, yerin binlerce metre altında olan petrolün; çıkarılmadığı takdirde bir şeye yaramadığı; işlenmemiş, terbiye edilmemiş, eğitim ve öğrenim görmemiş aklın da bir işe yaramıyacağı gibi.
İşte Kur'an'ın da aklı öne çıkarması; okuyanın sırf çıplak / soyut ve mücerret aklı ileri sürerek  ahkâm kesmesi için değildir.
Evet, Kur'an aklîdir. Akla hitap eder. Fakat o akıl, akıl olmak şartıyla.
Bilindiği üzere, aklı olmayanın dini de olmaz. Çünkü ancak âkil bâliğ olduktan / aklı ermeye başladıktan sonra, Allah kulunu muhatap alıyor. Mes'ul ve sorumlu tutuyor. Ancak aklın bu eriş ve varışından sonra, yaptıklarından hesaba çekeceğini söylüyor.
İşte Kur'an'a da bu şekilde yaklaşmak gerekiyor. Zira Kur'an zâhiren anlaşılandan ibaret değildir. Nitekim, yedi kısımda mütalâa edebileceğimiz bâtını / iç yönü de vardır. Zaten Kur'an sadece zahir manasından yani mealinden ibaret olsaydı; tarih boyunca bunca sayısız cilt cilt Tefsirleri / Yorumları yapılır mıydı?
Her zaman aslından okuduğumuz Kur'an'ın ayrıca meal ve meal-tefsirlerini / özlü / özet tefsirlerini okumak da büyük bir ihtiyaçtır. 
Nitekim bu zarurî ihtiyaçtandır ki, Türkiye'de üçyüze yakın meal basılmıştır. 
Şüphesiz çok sevindirici ve memnuniyet verici bir husustur. 
Her fırsatta Kur'an'ın anlamını içeren kitapları okuyarak, onun ulvî havasını teneffüs etmek; çok elzem bir ihtiyaçtır. 
Ve emîn olun ki her türlü edebî eserleri okumaktan, daha büyük bir haz vericidir. 
Fakat fıkhî / hukukî ahkâm / hükümler çıkarmaya özenmemek şartıyla. 
Çünkü sathî ve yüzeysel olarak edindiğimiz mâlûmat ilim sayılmaz. 
Kaldı ki, bir şeyi ismen bilmek; mahiyetini de biliyoruz demek değildir. 
Şüphesiz bir şeyin mahiyetini bilmemek; onu reddetmeyi de gerektirmez.
Mahiyet ve içyüzünü bilmediğimiz aklı reddedemediğimiz gibi.
x  
Diyeceksiniz ki Kur'an apaçık anlaşılan ilâhî bir kitap değil mi? 
Üstelik akla hitap etmiyor mu?
Öyleyse nedir bu kısıtlamalar?
Nedir bu engellemeler?
Yukarıda belirttiğim gibi, Kuran'ı da anlamak ve ondan hüküm çıkarmak; elbette herkes için mümkün ve olası.
Ama şarta bağlı. Kur'an'a ulaştıracak ilim merdivenlerinden bir bir çıkmaya. 
Ya İmam-ı Gazalî gibi bilginlerin seviyesine çıkar; bizzat kendin hüküm çıkarır, ona göre amel ve hareket edersin. Veya o seviyedeki âlimlerin açıklama ve içtihatları doğrultusunda uygulamalarda bulunursun.
Bu şuna benzer: Meselâ bir ekmeği temin etmek için; ya ekecek, biçecek, değirmende öğütecek, eve getirecek, hamur yapıp pişirecek ve yiyeceksin. Ya da gidip fırından alıp ihtiyacını gidereceksin.
Bu iki yoldan başka bir yol var mı? Meselâ limonu ya çarşıdan alacaksın veya kendin yetiştireceksin.
İki yol da önünde açıktır. Tercih senin.
x
“Başkasına itimat etmeyen, nefsiyle teşebbüs eder.” dersen, tamam eyvallah. 
Fakat Akıl senden, bu iki yoldan birini seçmeni istiyor. 
Yani ya bizzat bileceksin veya bilenden öğreneceksin.