Ocak 2015’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Büyük Dairesi’nden önemli bir karar beklenmektedir: Perinçek - İsviçre davasında nihai karar! Ermeni lobisi bütün imkânları seferber ederek AİHM’ye baskı yapmaktadır. Bu baskılar, başta mahkeme çevreleri olmak üzere herkesi bîzar etmiş durumdadır. Hıristiyan batıdaki irsi Türk - Müslüman düşmanlığı ile hukuk birimlerinin asgari adalet anlayışı kıran kırana mücadele içindedir. Bunun yansımaları nihai kararda görülecektir. Her hâlükârda mahkemede adaletin ağır basacağı beklenmektedir. Bununla beraber önümüzdeki karar öncesi yaklaşık bir ayın son derece kritik olduğunu belirtmek gerek.
Ermeni diyasporası kuruluşları, soykırım iddialarını tanıma konusunda sona geldiklerini, ilave bir devletin bunları tanıması imkânının önemli ölçüde tükendiğini görmüştür. Buna karşı soykırım iddialarını inkârın suç sayılması yönünde parlamentolardan yasa çıkartma süreci başladı ve bir bakıma tükendi. Bu meyanda ünlü Türkiye düşmanı Sarkozy’nin başkanlığı döneminde Fransa böyle bir yasayı kabul etmiştir. Fakat Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etmiştir. Bu iptal ve gerekçesi soykırım iftiralarına karşı diplomatik mücadelede son derece önemli olduğu halde âdetâ yok sayılmakta, unutulmaktadır.
Ermeni lobisinin soykırımın inkârını suç saymada başarılı olduğu diğer ülke İsviçre’dir. Bu ülke bir yasa ile soykırım inkârını suç saydığı gibi hapis cezası da getirmiştir. Doğu Perinçek, İsviçre’de verdiği konferanslarda bu yasaya göre “suç işlemiştir”. Yargılanarak mahkum edilmiş, iç yargı yolları tüketildikten sonra dava AİHM’ye taşınmıştır. Mahkeme 17 Aralık 2013’te verdiği karar ile Ermeni soykırım iddialarının inkârını suç sayan İsviçre’yi haksız bulmuştur. Bu dava gerekçesinde Ermeni iddialarına karşı özlü bir hukuk dersi vardır.
AİHM sözkonusu kararında, özellikle uluslararası mahkemeden kaçmayı stratejik ilke edinen Ermeni diyasporasının yarım asra yaklaşan iftira abidelerine büyük darbe vurmuştur. Öncelikle Uluslararası Hukuk’un jus cogens (herkesi bağlar, aksine sözleşme yapılamaz) sözleşmelerinden olan Soykırımı Yasaklama ve Cezalandırma Sözleşmesi’nde konunun çok iyi tanımlanmış olduğunu hatırlatmıştır. Demek ki mahkeme soykırımın ne olduğunun, nasıl tespit edileceğinin ve hangi şartlarla cezalandırılacağının madde madde sayıldığını hatırlatma ihtiyacı duymuştur. Demek ki bir takım fasit kıyaslarla (bu ülkede 100 yıl önce Ermeniler vardı bugün yok demek ki soykırım yapılmış şeklinde cehalet serzenişleri gibi), duygusal masallarla bir halk soykırımla suçlanamaz. Öte yandan bu iddialarının 1965’te kamuoyu gündemine gelmesinden sonra Edward J. Erickson, Bernard Lewis, Guenter Lewy, Stanford Jay Shaw, Gilles Veinstein gibi birçok saygın tarihçiler sözkonusu iddialara belgelerle karşı çıkmışlardır. Bu gerçekten hareketle AİHM, soykırım iddiaları konusunda fikir birliği olmadığını hatırlatma gereği duymuştur.
Belirtmek gerekir ki davanın özü, İsviçre Hükümeti’nin “soykırımı inkârın cezalandırılması yasası”nı çıkartmakla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan “ifade özgürlüğü”nü kısıtlayıp kısıtlamadığıdır. Mesela Yahudi Soykırımının inkârı suç sayılmakta olup buna AİHM’nin de itirazı yoktur. Yahudilere karşı soykırım uygulandığı inkâr edilmez bir gerçek olarak kabul edilir. Buna karşın Ermenilere karşı Osmanlının böyle bir soykırım yaptığının bu derece delilleri olmadığı ifade edilmektedir. Böylece İsviçre’nin sözkonusu yasasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Öte yandan dava Perinçek tarafından İsviçre’ye karşı açılmıştır. İlk derece mahkemesi devam ederken Türkiye de davaya müdahil olmuş ve alınan sonuçta Türk diplomasisinin de katkısı olmuştur. Dava Ermeni diyasporası açısından bir yenilgi olduğu halde bu sonuç İsviçre üzerinden alınmıştı.
AİHM’de üye devletlere karşı davalar açılır ve hemen her devlet sözleşmeyi ihlal gerekçesiyle zaman zaman tazminat ödemeye mahkum edilir. Aleyhteki her karara karşı Büyük Daire’ye başvurulmaz. Bu davada ise Ermeni lobisinin baskıları karşısında İsviçre hükümeti davayı Büyük Daire’ye, bir bakıma temyize taşımak durumunda kalmıştır. Bu arada Ermenistan Yönetimi davaya taraf olmak için başvurmuş ve kabul edilmiştir.
Türkiye’nin de müdahil olduğu Perinçek-İsviçre davasının Büyük Daire’de görüşülmesine birkaç ay kala mahkemedeki Türk temsilci Işıl Karakaş bir daire başkanlığına seçilmiştir. AİHM’de ilk defa bir Türk böyle prestijli göreve seçilmiştir. Bu yargıç İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ilk mezunlarından aynı zamanda bizim bir üst sınıfımız öğrencisi olması hasebiyle ablamız özelliğini taşımaktadır. Strazburg’ta Türk kahvesi ikram ederken bu mahkemenin bütün sorumluluğunu taşımaya çalışma gayreti içinde olduğunu gördüm. Basında pek iltifat görmeyen bu sevindirici habere karşın Ocak 2015’teki oturumlar ile ulaşılacak kararda Türk yargıcın kişiliğinden çok Perinçek ve müdahil taraf olarak Türk diplomasisinin iddialara karşı hukuki cevap verebilme yeteneği belirleyici olacaktır. Türkiye’nin veya Türk kuruluşlarının mahkeme ve üyelerine karşı çeşitli yollardan baskı yapmaları bizim devlet geleneği ve adalet anlayışımızla bağdaşmamaktır. Bununla beraber sivil toplum kuruluşları ve medya organları davanın özünü her fırsatta işlemeli ve karşı tarafın yalan ve iftiralarına karşı gerçekleri Malta yargılamalarından AB Adalet Divanı kararlarına, Fransa Anayasa Mahkemesi’nin sözkonusu kararına kadar bütün yargısal, diplomatik ve bilimsel kazanımlarıyla ortaya koymalıdır. Bu aşamada yani kamuoyuna dönük bilgilendirmelerde sivil toplum kuruluşları, basın ve diğer iletişim araçlarının kullanılmasında devlet imkânları her vesileyle destek olmalıdır.