15 Temmuz 2016, Yeniden Mücâdele, Kurtuluş Savaşı, Fetih ve Zafer Gece’sinin Kahramanı, şüphesiz, Azîz Milletimiz’dir; Millet-i İbrâhim, Ümmet-i Muhammed olan bu Büyük Millet, Kahraman Ordusuyla, - Tabiî ki, -İrâde’lerini, akıllarını beyinlerini, kıyâmet alâmet’lerinden olan deccâllerin en şerlisi, F.T.Ö. Deccâline kiraya vermiş, teslim etmiş Deccâl’in askerleri, Şerefli Türk Ordusu’nun urbasına bürünmüş, F.T.Ö. kulları hariç,- Asâkir-i Mansur-u Muhammedî, erinden Mareşal’ine kadar, Peygamber Ocağı’nın, erinden en yüksek rütbeli General’ine kadar bütün mensuplarıyla, Milleti ve Vatanı için gözünü kıpmadan canını feda eden, Türk Güvenlik Kuvvetlerimiz, her kademe’deki Polis Teşkilatımız, her siyâsî görüşten bütün Partilerimiz, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, çocuklarıyla, ana kucağında bebeleriyle topyekûn bir Millet düşman’a karşı Yurdumuzun müdafaası için seferber olmuştur. Tabiî ki, Fetih ve Zafer gecesinin en büyük âmili, faktörü bütünüyle bu Aziz Millettir. 

Komşumuz Suriye’de meydana gelen fecaat ötesi hâdisât, bu Büyük Milet, Vatan işgal edildiğinde, Vatan kaybedildiğinde, malını, mülkünü, namus ve ırzını, bütün ma’nevi değerlerini, kısaca her şeyini kaybedeceğini gördü. 

Toprağın üstünde her şeyini kaybetmiş, şerefsizce yaşamaktansa, toprağın altında şerefiyle yatmayı yeğledi, hiçbir tehlikeye aldırmadan, -işin vehâmetini anlayınca,- sokaklara döküldü. 

Vatan elden gidiyor, endişesiyle sokaklara dökülen bu Büyük Millet, dünya tarihinde bugüne kadar görülmemiş bir fedakârlık ve cesâret örneği sergilemiştir; gökten yağmur yağarcasına ateş kusan jet’lere ve helikopter’lere rağmen, önüne kattığı her şeyi ezip-geçen Dâbbetü’l-Arz dev tank’lara rağmen, elinde-göğsünde Türk Bayrağı, kalbinde imanı, dilinde Tekbirinden başka hiçbir şeyi olmadığı halde, hedef gösterilen mekânlara fütursuzca yürümüştür. 

İstanbul-Çengelköyü’nde, Deccâl’in asker’lerinden, hâin birisi; -aslâ subay diyemiyorum- yürüme güçlüğü çektiği halde, sokağa çıkmış yaşlı bir hanımefendiye, istihza ile, “Bu yaşta sokakta ne işin var! Gir evine Fetih Sûresi oku!” diye bağırmıştır. İronik bir durum, Azîz Milleti’mizin Leşger-i Gazâ olanları Meydan-ı Gazâ’da, sokaklar’da, jet uçaklarına, cehennem ateşi benzeri gökten ateş yağdıran, helikopter’lere ve yeryüzünde önüne kattığı her şeyi ezip-geçen tank’lara iman dolu göğsünü siper ederken, Leşger-i Du’â olan ve sokaklara dökülmeye mecâli olmayan yaşlılarımız, hastalarımız da, ellerinde Kur’ân, durmadan, Fetih Suresini, Nasr Suresini bildikleri bütün du’â’ları okuyarak bu büyük seferberliğe iştirâk etmişlerdir. 

İstanbul’da ve Ankara’da, işgal, bölme ve parçalama hareketi teşebbüs’leri büyük bir hayretle karşılanmış iken, ilk kalkışma, darbe ve işgal teşebbüs haberini Başbakan, Binali Yıldırım vermişti. İstanbul-Tuzla’daki evinde iken işgal hareketi teşebbüsünü öğrenince; hemen Ankara’ya hareket etmiş, hareketinden on dakika sonra, Deccâl’in kudurmuş köpekleri Tuzla’daki Başbakan’ın hususî konutuna gelmişlerdir. O gece 10’ar dakikalar, 15’şer dakikalar, işgal teşebbüsünün kaderini, dolaysiyle Aziz Milletimizin kaderini ta’yin etmiştir. Sırası gelince işaret edilecektir. Başbakan telefonla ba’zı kanallara bağlanarak, “Bir kalkışma olduğu anlaşılmaktadır, emir-komuta zinciri olmadan, Silahlı Kuvvetler içerisindeki ba’zı terörist’lerce bir kalkışma başlatılmış görünüyor, gereği yapılacaktır. Milletimiz müsterîh olsun,” tarzında bir açıklamada bulundu. 

Hareketin veçhesi iyice tebeyyün edince: 

Televizyon Takdimcisi, Turgay Güler, Ülke TV ve Kanal 7 televizyon kanallarının müşterek yayınında, “Bu hareket, bir darbe ve işgal hareketidir, evlerinizden çıkınız, meydanlara, hava alanlarına sokaklara yürüyünüz,” diye def’alarca anons etti. 

Turgay Güler’in bir başka da’veti de, Diyânet İşleri Başkanı’na idi. “Sayın Başkan, din görevlileri neyi bekliyorlar. Lütfen ta’limat veriniz, yurt çapındaki bütün minarelerden Salâ’lar, ezan’lar yükselsin,” mesajı, da’veti alan, Diyânet İşleri Başkanı, Mehmed Görmez Bey, ulaşabildiği televizyon kanallarından bütün din görevlilerine, “Lütfen, hemen cami’lere koşunuz, bütün minâre’lerimizden Salâ veriniz, Ezan okuyunuz,” ta’limatını verdi. Ekserîsi, cami’lerin çok yakınında bulunan lojmanlarda oturan Din Hizmetlileri, imam-müezzin kardeşlerimiz, hemen, uzakta oturanlar da koşar adım cami’lerine koştular, Merkezî sistemlere dâhil veya tek tek, Memleketimiz dahilinde, 80 binden fazla Cami’mizde önce Salâ’lar okundu, daha sonra, Dinin Temeli Şehâdetler, ezan’lar, semâ’lara Arş-u Âlâ’ya yükselmeye başladı. Salâ’lar, ezan’lar, bütün yurt çapında çok güzeldi, ama, Kadîm şehir, Belde-i Tayyibe, İstanbul’da, Selâtîn Câmi’lerimiz’de, göğe uzanan, zarif minarelerimizde musîkîşinas, ehl-i Kur’ân’ın, usulüne uygun ve makamlı olarak okudukları salâ’lar, ezan’lar bir başka güzeldi. Memleketimiz sathında öylesine Lâhûtî bir hava oluştu ki, fonda, memleketimiz semâlarından Arş-u Âlâ’ya yükselen salâ ve ezan seslerini benliklerinde-ruhlarında, hissedenler, Bedir’in, Uhud’un, Çanakkale’nin ruhuna büründüler, şehîd olacakların bile bile, gülbahçesine girercesine şehâdete yürüdüler. Bir-kaç metre ilerisinde kardeş’lerinin şehid olduğuna şehâdet edenler hiç fütur etmeden şehid’lerin yerlerini almışlardır. 

Ashab-ı Güzîn’den Huzeyfetü’l-Adevî Hazretleri anlatır: 

Yermuk Harbine, Amcazâdem’le birlikte iştirâk etmiştim. Çok sıcaktı. En değer’li şey bilhassa mecrûhîn (yaralılar) için, bir yudum su idi. Amcazâdemi yanımda göremeyince, yaralıların arasına koştum. Amcazâdem ağır yaralıydı. Koştum, bir yudum su içireyim, diye Kırbamı ağzına kadar götürdüm, tam içeceği anda, arkadan derîn bir inilti duyduk. Gözüyle suyu ona götürmemi işaret etti. Götürdüm, o yaralı Sahâbî’de suyu ağzına kadar götürdü, arkadan derîn bir inilti daha duyuldu. O da suyu o Sahâbî’ye götürmem için işaret etti. Koşar adım gittim, ama yetişemedim, bir yudum su yerine şehâdet şerbetini içmişti. Hiç değilse, geride kalanlara içeriyim,” diye geri döndüğümde, hem o zâtın, hem de Amcazâdemin şehid olduklarını gördüm. Kardeşliğin, diğergamlığın bir zirvesi olarak bir yudum suyum hiçbirisine nasip olmamıştı,” der. 

15 Temmuz Gecesi, Bedir, Uhud, Yermuk Ruhu, İstanbul ve Ankara sokaklarında tecellî etmiş, bu Mübârek Gazâ’ya katılan kardeşlerimiz öylesine fedâkârlıklar sergilemişlerdi ki, ba’zı kardeşlerimiz yaralanan kardeşlerine kendi vücud’larını siper etti. Yaralananları cephe gerisine ulaştırmak için olağanüstü gayret sarf ettiler. Hastahâne’lerde, ağır yaralılar, kendilerini hiç düşünmeden, hekimlere “Benim yaralarım ağır değil, benim durumum iyi! Siz beni bırakınız diğer kardeşlerimizi tedavi ediniz, onların yaralarını sarınız,” dediler. 

İşte bu ruh ile Deccâl’in haytalarına, Kelb-i Akûr’larına karşı koydular, sebat ettiler, kimisi şehadetiyle, kimisi kanıyla-kahramanlığı ile Milletimizi Tarihinin en büyük Su-i Kasd’ından, en büyük bâdiresinden kurtarmıştır. 

15 Temmuz Gecesi, dünya tarihinde görülmemiş ihânet’lerin ortaya çıktığı, sergilendiği bir gece olmuştur. Tarih boyunca Peygamber’ler, hükümdarlar, krallar, kraliçeler çok büyük ihanetlere ma’rûz kalmışlardır. “Sende mi Be Brütüs,” deyimi eşlerinden, vezir’lerinden, en yakınlarından ihânete uğramış kimseler için bir deyimdir. Ama, geçmişte hiçbir ihânet, 15 Temmuz gecesi sergilenen ihanetlerle boy ölçüşemez. 

Düşünün! Cumhurbaşkanı’nın Başyaveri, Kara, Deniz ve Hava Yaver’leri hâin, Deccâl’in, darbeci işgalci Kelb-i Akûr’larıyla birlikte hareket ettiler. İşgalci’lere Cumhurbaşkanı’nın kaldığı yerin koordinatlarını, haritasını, kaldığı otel’in şemasını verdiler. 

Genelkurmay Başkanı Org. Hulûsi Akar’ın, Yaveri, Koruması, Özel Kalem Müdürü ve Karargah’taki diğer generaller hepsi haindiler. Bu hâinlerden birisi, 15 Temmuz akşam saatlerinde Kara Kuvvetleri Komutanı’na telefon ederek “Komutan Sizi Karargah’ta bekliyor,” diyerek tuzak kurmuş, Genelkurmay Başkanı ile birlikte, Genelkurmay 2. Başkanı’nı, Kara Kuvvetleri Komutanı’nı derdest edip helikopterlerle Akıncı Üssüne götürmüşlerdir. 

Bu hâinler, ihânetlerini ve şenâ’etlerini o derece ileri götürmüşler ki, Genelkurmay Başkanı Hulûsi Akar ve diğer komutanları rehin aldıktan sonra, darbe ve işgal bildirisini imzalamasını, imzalaması halinde her şeyin suhûlet halledileceğini söylemişlerdir. Daha da ileri giderek, “Sizi, Kanaat Önderimiz, Kâinat İmamız ile görüştürelim,” teklifinde bulunmuşlardır. Şerefli ve Cesûr, Genelkurmay Başkanımız, boğazı kemerle sıkılarak, elleri, ayakları bağlanarak işkence edilmesine rağmen, ölümü göze alarak, hâinlerin bütün teklif’lerini reddetmiştir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Jandarma Genel Komutanlığı’nda az sayıda Türk Askeri ve Vatanperver generallerin dışındaki pek çok sayıda general ve amiral’de maalesef, hâin çıktı...