... dünden devam

O dönemde Türkiye’de iktidarda bulunan CHP- MSP koalisyon hükümetinin Başbakanı, 

Bülent Ecevit yaptığı açıklamada:

“Kimse adadaki kargaşalığı fırsat bilip, haklarımıza dokunmaya kalkmasın.”Diyordu.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı, Orgeneral Semih Sancar ise: “Kıbrıs’taki durum, beklenen şeydi.”Demişti.

Diğer taraftan Amerika, ünlü 6’ncı Filo’suna Akdeniz’e hareket emri vermişti.

Ve yine her zaman olduğu gibi; İngiltere ve A.B.D, Türkiye’den bu önemli duruma karışmamasını istiyordu!

Türk diplomatları ise; Brüksel’de NATO yetkililerini uyardılar. Türk Silahlı Kuvvetleri ise alarm durumuna geçirilmişti. (Benim de o tarihte, şark görevimden dönüşümde yeni atanmış olduğum Ankara’daki birliğimin savaş görev yeri Kıbrıs’tı ve bu birliğime, 16 Temmuz 1974 tarihinde kırmızı alarm (savaşa hazırlık) emri verilmişti.)

Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, gazetecilerin sorularına verdiği cevapta:

“Bu bir Yunan müdahalesidir.”Demişti.

Evet, bu Yunanistan’da mevcut cunta idaresinin yarattığı bir oldu, bitti hadisesiydi. Akılları sıra Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayacaklar, adada yaşayan Türkleri topluca imha edeceklerdi. Nasıl olsa dünya kamuoyu bu konuda kılını dahi kımıldatmıyordu!

Ya Türkiye?

Ata yadigârı Kıbrıs adasını, ‘O Gazi Toprakları’; malını, canını, ırzını, namusunu Anadolu Türklerine emanet etmiş on binlerce soydaşımızı orada Rumların merhametine terk mi edecektik?  Anavatan, hiç böyle bir teslimiyete müsaade eder miydi? Türkiye’nin güneyinde böylesine stratejik konumu olan, donanmamızın uluslararası sulara açılış kapısı konumundaki Kıbrıs adasından tabii ki, vazgeçemezdik.

Anlaşılan o ki, Osmanlının 1571 yılında bu adayı fethinden günümüze; 120.000 şühedanın yattığı o mukaddes topraklarda, yepyeni kahramanlık destanları yazmamızın zamanı gelmişti artık.

Yaşlı tarih sayfaları, tozlanmış raflarından indirilmeli, Türk Milletinin dünyaya parmak ısırtan kahramanlık hikâyeleri, bu sayfalara yeniden yazılmalıydı. Çünkü artık tarih sayfalarının hiç de yabancı olmadığı kahramanlara sıra gelmişti. Defalarca ve türlü nedenlerle, Kıbrıs adasına çıkmanın eşiğinden dönmüş olan Mehmetçik; bu defa kendisine verilecek her görevi yerine getireceğinin kararlılığıyla, adaya gitmeye hazırlanıyordu.

Bundan böyle Kıbrıs Türk Halkı, adada özgürce alabileceği yaşam nefesine; Mehmetçiğin savaş meydanlarındaki vatan aşkıyla ve korkusuzca haykırdığı şu ünlü nidasıyla ulaşacaktı: 

“Allah, Allah…”

(40 yıldan beri kulaklarımdan gitmeyen o vatan aşkının sesini; ata yadigârı Kıbrıs’ta, katılmış olduğum her iki harekâtta da işiten; Mehmetçiklerimin, Kıbrıs Türk Mücahidinin vatan, millet ve bayrak sevdasına tanıklık etmiş bir Türk Subayı olarak, çok gururlu ve bahtiyarım…)

Bu arada; uluslar arası siyasi arenada da, güç ve kararlılık gösterileri başlamıştı:

Başbakan Bülent Ecevit ve Dışİşleri Bakanlığına bu süreçte vekâlet eden (Dışİşleri Bakanı Turan Güneş Çin’in başkenti Pekin’de temaslarda olduğu için) Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık,  Öncelikli olarak garantör devletler nezdinde girişimde bulunmuş; ayrıca NATO Genel Sekreteri Kurt Waldheim, Amerika ve İngiltere Dışişleri Bakanları ile görüşülerek, durumun aciliyeti ve vahameti dile getirilmişti.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Waldheim ile yapılan görüşmede, NATO’nun Güneydoğu kanadının çöktüğü bildirilmişti.  Zira bu oldubittinin muhatabı, her ne kadar Kıbrıs adasında darbeyi gerçekleştiren E.O.K.A’cı Nicos Sampson olarak bilinse de; aslında onun ipleri Yunanistan’daki cunta yönetiminin elindeydi ve bu darbenin asıl muhatabı da bu cunta yönetimi idi.

devam edecek...